11 Ocak 2012 Çarşamba


ANNE KARNINDAKİ BEBEKTEN ANNEYE MEKTUP (duygulanacaksınız)



canım anneciğim;
seni çok özledim.aylardır karnından
çıkmayı bekliyorum.öyle yalnız hissettiğim anlar oldu ki,seni
tekmeledim,benimle konuşmanı istedim,en azından sıcacık elini karnında
gezdir de beni sevdiğini hissedeyim istedim,şöyle bir geriye uzanıp
kitap okurken bir yandanda meyve yediğinde ara sıra okşamıyor musun
karnını,bayılıyorum.çırpın

ıyorum içinde biraz daha sev diye.dışarı çıkıpellerinin
arasında olmayı ne de çok istiyorum o anlarda.bazen sen babamla sarmaş
dolaş uyurken onun elleri de sarıyor beni,hoşuma gidiyor ama seninkiler
kadar değil.senin ellerin bambaşka anneciğim.seni en derin uykundan
uyandırıp bir bardak süt içmeni sağlamak için tekmelememe sebep olacak
kadar tatlı,yumuşacık ellerini özledim.

ya sen? benim yumuk yumuk minicik ellerimi özlemedinmi?
bir türlü açmadığım yumruğumu yavaşça açarak parmaklarımı tek tek
öpmeyi istemez misin?sütle dolu memeni bir yandan emerken,diğer yandan
küçücük elimle bastırsam...''bu meme,bu sütler benim,başka kedilere
asla vermem,''der gibisıkıca tutsam,istemez misin?

anneciğim, seni çok özledim.buradan duyuyorum,herkes senin gözlerinin
ne kadar güzel olduğunu söylüyor.kıskanıyorum. burası öyle karanlık
ki,ışığın ne demek olduğunu bir an önce öğrenmek istiyorum.ama dünyaya
ilk baktığımda ışıktan önce senin gözlerini görmek
isterim.söylediklerini ilk başlarda anlamayacağımı düşünüyorsun.ama ben
gözlerinin beni hep,her zaman ve her şeyden koruyacağını söylemesini
isterim.inan,anlarım.beni en çok sevenin sen olacağını,her an yanımda
ve destek olacağını,her an yanımda ve destek olacağını hissettiren en
güzel şey olan gözlerini özledim.

ya sen?sana ilk baktığımda içini eriteceğini ikimizinde bildiği
gözlerimi bir an önce görmek için sabırsızlanmıyor musun?uyuyup
uyandığımda önce seni arayacak olan,seni görmediğinde yaşarıp çeşme
gibi akacak olan gözlerimi merak etmiyor musun?her geçen gün gürleşecek
olan kirpiklerimin altından sana doğru''Bni dünyana getirdiğin
için,beslediğin ve hep yanımda olduğun kimselere bırakmadığın için
teşekkür ederim,'' diyen gözlerle sana baksam,istemez misin?

seni çok özledim,anneciğim bazen bana şarkılar söylüyorsun,sesin öyle
tatlı geliyorki buraya.yalnız olduğumu bile unutturuyorsun bazen.o
güzel sesinin bana,sadece bana söyleceği ninnileri duymayı iple
çekiyorum.bazı şarkıları bana özel hale getirerek
söyleyeceğin,duymaktan hoşlandığımı anladığında tekrar tekrar
söylemekten zevk alacağın günler bir an önce gelse...karnım
ağrıdığında,içim bulandığında,aşı olduğumda canım yanarken bana tüm
bunların geçeceğini söyleyen,inandıran ve rahatlatan sesini özledim.

ya sen? ilk kahkahamı duymak için oramı buramı gıdıkladığında çıkaracağım sesleri,aguları,çığlıkları özlemedinmi?biliyorum,altım kirli olduğunda,acıktığumda,gazım
canımı çok yaktığında karnım ağrırken çıkardığım sesler seni çok
üzecek,hatta ilk günler belki uyumana bile izin vermeyeceğim.ama sen
tüm bunların sana ilk kez anne diyeceğim güne kadar çoktan unutulacak
şeyler olduğunu biliyorsun.peki o gün geldiğinde söyleyeceğim ilk
''anne''yi özlemedinmi?

anneciğim,benimle ilgili
hayaller kuruyor musun?beni en güzel yataklarda yatırmak,en cici
giysileri giydirmek,en şeker oyuncakları almak gibi hayallerden
bahsetmiyorum.mesela,karnındaki resmimi çeken doktor gibi bir doktor ya da avukat,subay filan olmamı isteyip hayallere dalıyormusun?üniformalı,cüppeli
yada önlüklü bi resmimi,ultrason resmimin olduğu çerçevenin yanında bir
başka çerçeveye bakarak''işte bu benim oğlum'' deyip gururlanmayı filan
hayal ediyormusun?evlendiğimi,çoçuklarımın olduğunu...

hayallerini gerçekleştirmek için söz veriyorum anne.

peki,ya seni hayal kırıklığına uğratacak bir şey yaparsam?
ayakkabılarımı bağlamayı bir türlü beceremezsem örneğin ya da
matematiğe aklım yatmazsa hiç...oyun oynarken akşam olduğunu
anlayamaz,hep geç kalırsam eve...kola içmeden köftelerimi bitirmezsem
inat edip,ya senin hiç hoşlanmadığın o kızla evcilik oynamayı istersem
hep...evleniverirsem bir gün pat diye hiç habersiz,ya da yurt dışında
okumak için ısrar eder,senden uzaklaşmaya kalkarsam...çok üzülürsün
değil mi?

seni hayal kırıklığına uğratıp üzmemek için çok uğraşacağıma söz veriyorum,anne.

beni ne olursa olsun sevcek misin anne?
her tülü kötü şeyden koruyabilecek misin?
yanında olmadığım zamanlarda nasıl davranmam gerektiğini öğretebilecek misin?

beni koruyamadığın kadar büyük tehlikelerin neler olduğunu öğretip kendi kendimi koruyabilmem için hazırlayacak mısın?

senden daha çok sevebilecek kimseyi bulamayacağım halde,beni sevecek ve
anlayacak birini nasıl aramam gerektiğini anlatacak mısın?

bana yapacaklarım,yapamayacaklarım ve yapmak istediklerim konusunda sonsuz destek verecek misin?

kimsenin inanıp arkamda olmayacağı fikirlerim olsa bile,sen bana inanıp
istediğim her şeyi yapabileceğime beni inandırabilecek misin?

saklanmak istediğimde,kimseyi görmek istemediğimde,uzaklaşıp kendimi
dinlemek istediğimde yanına sığınmak istediğim tek liman olabilecek
misin?

anne,beni ne olursa olsun sevebilecek misin?

ben mi?

ben seni hep seveceğime söz veriyorum,anne!

İYİ DÜŞÜNÜN


İYİ DÜŞÜNÜN

Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? 

Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? 

Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı? 

Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz? 

Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız? 

Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız? 

Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? 

Ve siz onu hiç kokladınız mı?

Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?

Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız? 

Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz? 

Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl? 

Çimlere uzandığınız oldu mu? 

Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç? 

Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl? 

Kaç kez kuşlara yem attınız? 

Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı? 

Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? 

Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı? 

Kaç kez mektup aldınız bu yıl? 

Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç? 

Kimseyle barıştınız mı bu yıl? 

Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl? 

İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e 

bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl? 

Yayılın çimenlerin üzerine..... Acele edin.... 

Er veya geç... Çimenler yayılacak üzerinize... 



CAN DÜNDAR

ÇOCUKTUK


ÇOCUKTUK 

Hijyenik olmayan pamuklu cocuk bezi ile tahta besik ile büyüdük. 
Cocuklar icin güvenli kapaklar,kilitler,elektrik prizleri yoktu ve bisiklete kasksiz binerdik. 

Otomobil cocuk koltugu olmadan ve kemer baglamadan tasirdi bizi. 
Erkek cocuklarin tornetleri vardi.Onlari bir otomobil edasi ile
kullanir,bakar ve parkederlerdi.Sonra karsilarina gecip hayran hayran
seyrederlerdi. Bütün imalati bize aitti. Oyuncak arabalari haftalarca
ugrasip kendimiz yapardik sadece fren yapinca nasil iz kaldigini
görebilmek icin. 

Cesmeden su icerdik.. Pasta yerdik, ekmek yerdik, sekerli icecekler
icerdik ve fazla kilolarimiz yoktu...cünkü sokakta oynardik. 
3-4 arkadas ayni siseden icerdik ve hicbirimiz ölmezdik. 

Problemlerimizi kendimiz cözmeyi ögrendik. Sabah evden cikip aksam
sokak lambalari yanincaya kadar disarida kalabilirdik. Anamiz gece
sokaktan bizi ceke ceke,bagira bagira alirdi. Kimse bize ulasamazdi cep
telefonlarimiz yoktu cünkü. 
Playstationlar, nintendolar, videolar, PC, 98 kanalli kablo yayini,
internet, chat odalari yoktu. Arkadaslarimiz vardi sokaga cikar ve
bulurduk onlari. 

Oynadigimiz oyunlarda bazen canimiz yanardi, agactan
düserdik,heryerimiz cizilirdi, cesitli kazalar ve yaralar olurdu. Ama
asla haklilik haksizlik kavgasi olmazdi.Doktora giderdik kimse de
sucluluk duymazdi. 

Hatirlar misiniz kazalari? Dövüsürdük, itisirdik mor lekeler olusurdu
ama... biz cabucak iyilesmesini ögrendik. Agac dallarindan celik comak
oynardik ,birbirimizin gözünü oymadan.
Komsu bahcesindeki kiraz agacina dalardik. Bilirmisiniz "dalmayi"meyva
bahcesine"dalmayi"dut agaclarinin tepesinde dolasmayi ve onu sallamayi
ve örtünün üzerinden dut yemegi bilirmisiniz? 

Önceden haber vermeden bisikletle veya yürüyerek bir arkadasimiza gidip
zili calardik, iceriye girip saatlerce oynar konusurduk
(Düsünebiliyormusunuz... habersiz..!!) 
Eger dogru zamanda gelmediysek iceri giremezdik. O zaman da hayal
kirikligini ögrenirdik, herseyin istedigimiz gibi ve istedigimiz
zamanda olamayacagini ögrenirdik. 

Herkes koleje gitmezdi, gitmeyenler aptal sayilmazdi. Kuaför de olunabilirdi. 

Sans-talih-kader-kismet sattiniz mi sokaklarda..Bagira bagira..Sonra
kutudaki gofretleri oturup bir kösede gizlice yedinizmi siz? 

Yaptigimiz herseyin arkasinda dururduk ve tutarliydik. Okulla veya
kanunla celiskide oldugumuzda ailemiz bizi dislar mi düsüncesi yoktu.
Sorumluluk sahibiydik ve herseyi basardik.!!.
Evet biz basardik ve cocuklugumuzu yasadik doya doya...Evet biz cocuktuk. 



CAN DÜNDAR

YEMİN:)


ÇİRKİN KADIN YOKTUR


GELMEDEN


İNSAN








İNSAN
insanoğlu;
9 ay 10 güne kadar ağlamaz.
10 yaşına kadar sevimli
yaramaz.
20 yaşında gençliğinin kıymetini anlamaz.
30 yaşında
yaşar ama parası olmaz.
40 yaşında anlar ki parasız olmaz.
50
yaşında yolun yarısı kaygılanmaz.
60 yaşında sağı solu belli olmaz.
70
yaşında pek işe yaramaz.
80 yaşında duymaz anlamaz.
90 yaşına
kadar muhtemelen yaşamaz.
100 yaşında tarih olur unutulmaz...

YERİM BEN SENİ:)


ÜSTÜN DÖKMEN' DEN GÜZEL BİR YAZI


ÇOCUĞUNU ÖYLE KARŞILA Kİ; eve geldiği zaman, en güzel yere geldiğini hissetsin...

EŞİNİ ÖYLE KARŞILA Kİ; yanına geldiği zaman, en doğru insana kavuştuğunu hissetsin.

ANNENİ ÖYLE KARŞILA Kİ; doğumundaki ağrıları lezzetle takas etsin.

BABANI ÖYLE KARŞILA Kİ; ömür boyu bir başka evlada imrenmesin.

İŞ ARKADAŞINI ÖYLE KARŞILA Kİ; dünyanın en iyi insanıyla, dünyanın en heyecanlı işini yapıyorum hissini yaşasın

FAKİRİ ÖYLE KARŞILA Kİ; ona serdiğin sofradan, daha büyük bir dua sofrası sersin.

ZENGİNİ ÖYLE KARŞILA Kİ; gönlünü gördüğünde, kendi gönlünün fakirliğinden kahretsin

Prof.Dr.Üstün Dökmen

10 Ocak 2012 Salı

AĞLAYAN BEBEĞİ SAKİNLEŞTİRMEK-DOKTOR YAZISI


Ağlayan Bebeği Sakinleştirmenin 5 Altın Yolu ?




Ağlayan bebeğinizi sakinleştirmek için ömür tüketmeye ve 1001 çeşit çare aramaya gerek yok  Birazdan uygulayacağınız basit yöntemlerle 5 dakika dolmadan bebeğinizin sakinleştiğini görecek ve mutlu olacaksınız.
Birçok anne için en dayanılmaz duygu bebeklerinin ağlamasıdır  Bebeği susturmak sakinleştirmek için ev halkı seferber olur  Sırayla kucaktan kucağa taşınır, ayakta sallanır, iki ucundan tutulan bir çarşafın ortasına yatırarak saatlerce sallanır Yapılmadık şaklabanlık ve atılmadık takla kalmaz. Sizin enerjinizin tükendiği an, eğer şanslıysanız bebeğin de sakinleştiği andır. 
Oysa bütün bunlara hiç gerek yok. 
Önce DOĞRU bildiğimiz YANLIŞ ları hatırlayalım
"Bebek ağlarsa gazı vardır"
Oysa bebekler sadece gazı olduğu için ağlamaz, ilgi istedikleri için de ağlar    Uykuda oldukları sürenin dışında sürekli kucaklanmak, sevilmek ister  Bazen istediklerini yapsanız da, gazları olmasa da ağlarlar. 
"Bebeğin ağlaması ciğerlerine iyi gelir"
 Ağlamak bebeği sadece yorar  Bebek açsa, zayıfsa, güçsüz düşmüşse ve yorgunsa ciğerleri de güçlü olamaz. 

"Bebek sessizliği sever"
Tam aksine gürültüyü sever Çünkü bebek anne rahmindeyken 24 saat boyunca adeta bir elektrik süpürgesinin çalışmasına benzeyen gürültülerle yaşar Durum böyleyken bebek doğunca siz onu sessiz bir odaya koyarsanız, bebek yalnızlık duygusu hisseder Bunun sonucunda da ağlamaya başlar Bazı bebeklerin saç kurutma makinesinin sesini duyup susması, bebeklerin aslında gürültüyü sevdiklerinin bir örneğidir.

“Ağlatmayın fıtık olur “
Bugüne kadar ağladığı için fıtık olan bir çocuk görülmedi ve duyulmadı.


Peki ne yapacağız ?
Her şey 5 S kuralına dayanıyor. Şimdi bu 5 “ S ” kuralı neymiş Onu inceleyelim.
1 - SWADDLING (Sarmalamak) : Ancak bu sarmalamak büyükannelerimizin yaptığı kolları bacakları sıkı sıkı saracak şekilde adeta
mumya gibi olmamalıdır. Bebeğinizi büyükçe ve tülbente benzeyen yumuşak dokulu bir bez ile sarmalı ve ayakları gevşek bırakılmalıdır. 5 aylık olana kadar bu şekilde uyutabilirsiniz. Ayrıca uyuduğu odada beyaz gürültü dediğimiz ses mutlaka olmalıdır
2 - SİDE/STOMACH POZİTİON (Bebeği yana çevirmek) : Bebeğinizi kucağınızda sağa doğru yatırarak yüzü aşağıya bakacak şekilde tutun Başka bir deyişle mide-kalp arasına yatırın. Sizin kalbinizin sesini duysun. Eski günlerini hatırlayacaktır.

3 - SHUSHİNG (Şşşşşşşşşşt’ demek) : Kulağına yüksek sesle ‘şşşşşşşşşşt’ deyin Bu ses, ona anne karnındaki gürültülü ortamını hatırlatır Kendini güvende hissedecektir.
4 - SWİNGİNG (and jiggling) (Hafifçe sallamak) : Başını jöle gibi elinizin altında hafifçe, çok sarsmadan sallayın Bu eylem ona anne karnındaki hareketli ortamı hatırlatır
5 - SUCKİNG (Emmesini sağlamak) : Emzik kullanın Emme duygusu aklına gelecek,sevinecek,oyalanacak ve adeta ağlamayı unutacaktır.
Bebek susmadığında bütün bu saydıklarınız sırayla mı yapılacak?

- Evet Bebeğiniz ağlıyor, panik yok, hemen kundağa sarın Dediğim gibi tutup kulağına şşşşşşşşştt deyin yüksek sesle ve hafif hafif sallayın Çok kısa sürede yüz ifadesinin değiştiğini, sakinleştiğini göreceksiniz

- Bu yöntemle bebeği sakinleştirmekte, anne mi daha başarılı yoksa baba mı? Diye sorarsanız ,cevap tahmin etmediğiniz gibi çıkacak:

Babalar daha başarılı

- 5 S yöntemi uygulanan bebekler, büyüdüklerinde de kendilerine çok güvenen, mantıklı, dışa dönük bireylere dönüşüyorlar

"Mağara adamıyla az kelime kullanarak konuşun"
Bu dönemdeki çocuklar tıpkı mağara adamlarına benzerler. İlkel ve medeniyetten uzak davranışlar sergilerler. Bu terimi kullandığımız zaman bazı anne ve babaların alındığını görüyoruz. Bazen de, yüzlerini bir buruk ifadenin kapladığını gözlüyoruz.
Mağara adamı teknikleri hakkında anne ve babalara tavsiyelerimiz :

"Sekiz ay - 5 yaş arası çocuklar basit düşünerek olaylara çözüm bulurlar
Biz onları bu nedenle “evcilleşmemiş mağara adamına” benzetiyoruz
Bu yaş grubu çocuklarına “TRAFİK IŞIKLARI” yöntemi ile yaklaşmak en doğrusudur.

İyi davrandıklarında YEŞİL ışık,
Sinir bozucu davrandıklarında SARI ışık,
Kesinlikle yapmamaları gereken davranışlar sergilediklerinde ise KIRMIZI ışık 
yakmalıyız

Onları eğitmek için bağırmak çağırmak iyi bir yol değildir, her yaptıklarını onaylamak da doğru değildir

O halde son sözümüz:
*** Sevgi gösterisi adı altında işi abartmayın.
*** Unutmayın “ o “ hepimizden daha zeki.
*** Ok yaydan çıkınca ve yakayı kaptırınca geri dönüş yok
*** Dikkatli olun ve “ O “ nun oyuncağı olmayın

SAĞLICAKLA KALIN
                                                                                                                              Dr. M. Yalçın İNANÇ
rüya kalbin tuttuğu bir dilek, dost bize kanat geren bir melek, hayatsa bir zarftır. zarfınızdan güzellikler çıkması dileği ile!

İSTANBUL'UN EN İYİLERİ LİSTESİ


Dünyanın En Ünlü 100 Gurmesinin Oluşturduğu EN İYİLER LİSTESİ



Dünyanin en ünlü 100 gurmesi İstanbul'a geldi, bir hafta kaldı ve EN İYİLER LİSTESİNİ hazırladı. Çıkan sonuçlar bizden, uygulaması sizden







En iyi muhallebici - Zeynel
En iyi baklava - Karaköy Güllüoğlu
En iyi meyhane - Refik
En iyi poğaça - Sarıyer Börekçisi (Sarıyer)
En iyi baharatçı - Mısır Çarşısı
En iyi cheese cake - Nişantaşı Kantin
En iyi kruasan - Carrefour ekmek reyonu
En iyi kestane şekeri - Kafkas
En iyi Türk Mutfağı - Feriye Lokantası (Ortaköy)
En iyi ekmek kadayıfı - Kanaat Lokantası
(Üsküdar) En iyi pub - The Northshield (Akaretler)
En iyi bistro - Café du Levant
En iyi istakoz - Ambassador Restaurant (Bebek Otel)
En iyi klasik bar - Bebek Bar ve Çiçek Bar
En iyi gurme shop - Crema
En iyi sandviç - Lina's Sandawich (Nişantaşı)
En iyi patlıcan salatası - Pandelli
En iyi lakerda - Yeşilköy Balıkçı Hasan
En iyi güllaç - Selamiçeşme Şiribom
En iyi sahlep - Emirgan Sütiş
En iyi kahvaltı - Marino Brasserie (Kalamış)
En iyi karadeniz pidesi - Kızıltoprak Bafra Pidecisi
En iyi türk kahvesi - Zeyrekhane
En iyi çiroz - Balık Pazarı Ali Tuncer
En iyi hamburger - All Sport Café
En iyi muhallebi - Emirgan Sütiş
En iyi pilav - Hünkar (Etiler)
En iyi ekmek (endüstriyel) - Migros ekmek fırını
En iyi pizza - Masalda (Yeniköy)




En iyi simit - Boğaziçi Simit Fırını
En iyi döner - Beyti
En iyi turşu - Cihangir Asri Turşucusu
En iyi midye tava - Anadolu Kavağı
En iyi pötiför - Bahar Pastanesi
En iyi meze - Saraylar balık pazarı
En iyi sakatad - Galatasaray Ciğercisi
En iyi sufle - Façyo
En iyi İtalyan Restaurant - Hyatt Regency - Spasso
En iyi mantı - Aşkane (Ulus)
En iyi pastırma - Namlı
En iyi esnaf lokantası - Kanaat (Üsküdar)
En iyi seyyar büfe - Kaptan Büfe (Anadolu Etiler çıkışında)
En iyi kurubaklava - Malatya Pazarı (Mısır Çarşısı)
En iyi et lokantası - Beyti
En iyi geleneksel lokanta - Hacı Abdullah (Beyoğlu)
En iyi klasik sandviç - Teşvikiye Şütte
En iyi yoğurt - Kanaat Lokantası (Üsküdar)
En iyi dondurma - Kanaat Lokantası (Üsküdar)



ÇOCUĞU OLAN OKUMALI


Çok güzel bir yazı.Ama uygulayabilmek önemli tabi



Doğan Cüceloğlu Çocuklar Gülsün Diye’nin Gökkuşağına yazdı: “Bir insanın Anavatanı Çocukluğudur”

Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”
Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen  buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”
- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.
“Çocuklar Gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
Doğan CÜCELOĞLU

MUTLU VE UMUTLU HAYAT


Ne kadar umutsuz yada mutsuz olduğunu düşünsen de
Yine de vazgeçemezsin hayattan..
Çünkü
Sana karşılıksız verilen tek şeydir hayat.
Düşüp kalksan da, tökezlesen de bazen,
Seni yaşama bağlayan 2 şeyden biri hep vardır :
Biri mutlu olmak,
Biri de umutlu olmak ..



Bazen Bir Kelebeğin Ömrü Kadardır Hayat...Ne Kırmaya Gelir Ne De Kırılmaya..!! ♥Bazen Bir Kelebeğin Ömrü Kadardır Hayat...Ne Kırmaya Gelir Ne De Kırılmaya..!! ♥


BİR FİNCAN KAHVE


Her kahve aynı tadı taşımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona gore degişir...

Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir... Kahve 

telvesine yüreginin acısı karışır.

Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz 

bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...

Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır... Koyu kıvamlı kahverengi bir 

ipe tutunur çıkarsın ... çıktığın an uyuyakalırsın... ferahlıktır!!!

Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...

Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...Acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...
Baban için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır 

dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...

Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve baskadır... Isıtır insanın içini...

Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni... Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...


Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama icilen kahveler ruhunun süzgecinden 

geçer ve tadlari degişir...


Her kahve aynı değildir bu yüzden...
Afiyet olsun:)

HAYATTAN BEKLENTİLERİM

Birkaç Can yücel şiiri yayınlamak istedim.Normalde şiir seven biri değilim fakat Can Yücel'in şiirleri insanın tam bam teline dokunacak cinsten olduğu için çok hoşuma gidiyor birçok duygunuzu ifade ediyor.


Yeni yıl yeni yıl derken 2012'ye de girdik yeni heyecan ve yeni ümitlerle.Birçok arkadaşımız yeni yılda yapmak istediklerini saymış çok güzel hedefler umarım hepimizin hedefleri hayalleri gerçekleşir


Ben maddelere başlarsam  çok olabilir ama kısaltarak ilk önce sağlık dolu bir yıl olmasını diliyorum çünkü oğluşum çok sık hasta oluyor geçen sene annem kalp krizi geçirdi.Çok kötü günler geçirdik.Kalbine stent takıldı.Mart ayının onikisindede kontrol amaçlı anjiyo olucak.
Kardeşimin eşi tüp bebek  tedavisi görüyor en yakın zamanda sağlıklı bebeklerine kavuşmalarını allah nasip etsin tüm isteyenlere ve kardeşime.Dün yeni bir tüp bebek operasyonu oldu.10 gün sonra hayırlısıyla güzel sonuçlar almayı ümit ediyoruz inşallah.

İşime başlayalı dört ay oldu dört ay içerisinde kimi zaman yeni ortam yeni birşeyler öğrenme durumu sebebiyle bazen güzel bazen sıkıntılı günlerim oldu.Ama neyseki bu zamana kadar çalıştığım işlerin içinde en sakini olması beni mutlu eden sebepler arasında.Kurumsal bir firmada muhasebe departmanında çalışıyorum ve mesai saatlerinde çıkabiliyorum ve cumartesi çalışmıyorum Daha önce bir çok yerde ve özellikle finans sektörü gibi yoğun bir sektörde çalıştığım için yoğunluğu daha net kıyaslama imkanım oluyor.Burada çalışanlar genelde en az çalışma yılı olan 10 yıl.Gerçi ben kendime o kadar uzun bir çalışma hayatı düşünmüyorum ama.Ben yaklaşık 13 yıldır çalışıyorum 34 yaşındayım yoruldum.Sigortadan gidip öğrendim 2 yıl gibi bir sürem kaldı sigorta günümün dolmasına.Sonra yaşı bekliycem tabi maaaşımı alabilmek için.Bu süre dolduktan sonra kendime oğluma eşime daha çok zaman ayırmak istiyorum.Belkide ikinci bir çocuğu bile düşünebilirim daha kararsızım.Bu işe girmeden önce 6ay boyunca evde olduğum için evde olmanın tadı güzel geldi.Bekarken ben kesinlikle işten ayrılmam hep çalışırım evde oturamam sıkılırım desemde evlenince özelliklede çocuk olunca olay çok farklılaşıyorSorumlullukların artması hep birşeylere yetemediğini düşünme durumu insanı çok yıpratıyor.


Oğluma geçen gün eşim sordu annenin çalışmasını mı evde olmasını mı  istersin diye sordu
Oğlumun yanıtı resmen içimi sızlattı gözlerim doldu.Evde olmasını isterim dedi ben çünkü anneme sarılmak çok öpmek istiyorum annemi çok özlüyorum diyor .
Ben çocukluğumda annem okuldan geldiğimde hep evdeydi hep karşıladı beni.Yemeğim hazır evimiz sımsıcaktı.Kardeşlerim vardı sokağa çıkıp oynayabilme imkanımız vardı annem tedirgin olmuyordu.Çünkü ortam eskiden böyle değildi.
Okul hayatımız bu kadar maraton gibi geçmezdi.
Bazen onlarmı şanslı biz mi şanslıydı diye düşünüyorum.
Bazen hırslarımız adına daha fazlası şuda bizim olsun bundanda alalım derken hayat geçip gidiyor tamam biz artık dinlenelim derken hastalıklar çıkıp geliyor
Bende oğlumu en azından ilkokula başladığında karşılamak ,derslerine yardımcı olmak istiyorum Allah nasip ederse.
2 hafta sonra çalıştığım şirketin personel için düzenlediği Antalya'ya bir gezi -toplantı organizasyonu var.Her sene geleneksel olarak düzenleniyormuş.cuma sabahtan gidilip pazar sabahı dönülüyormuş uçakla.
Herkes çok eğlenceli geçtiğini söylüyor bakalım nasıl geçecek?
Benim kafama takılan nokta ilk defa oğlumdan bu kadar ayrı kalıcam.umarım hasta olmaz o dönemde.
En son başka bir şirkette çalışırken bu tarz bir organizasyona heybeliadaya gitmiştik o zaman 8 aylık hamileydim oda yanımdaydı yani:)
Herkese güzel  bir hafta diliyorum:)

9 Ocak 2012 Pazartesi

EŞİ OLMALI


İnsanın eşi olmalı, bakarken yüreğinin kabardığı,
gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı…aşık olduğu bir eşi olmalı!
Sabah gözlerini açtığında, yanında olduğunu görüp,
şükürler etmeli Yaradana. Koklamalı saçlarını.
Uyuyan eşine şefkatle bakıp, usulca dokunmalı yüzüne,
varlığını hissedebilmek için. Parmakları titremeli,
incitirim korkusuyla.
Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü…kramplar girmeli midesine,
onsuzluk aklına geldikçe!
Rüzgar onun kokusunu getirmeli, yağmur onun sesini.
Elleri yanmalı ellerini tutabilmek için.
Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği.
Kelebekler gibi olmalı insanın kalbi. Ayakları birbirine
dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi.
Beklemek asırlar gibi uzun gelmeli.
Gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine.
Yüzüne baktığında, konuşmadan anlamalı derdini, tasasını,
öfkesini, sevincini, coşkusunu…vs.
Güven duymalı, herşeyiyle. Başını göğsüne koyup,
huzurla uyuyabilmeli, tüm düşüncelerinden arınmış olarak.
Babası, abisi, arkadaşı, dostu, sırdaşı, anası, çocuğu olmalı…
Şımarabilmeli yanında. Kıskanılmalı zaman zaman da…
Bir eşi olmalı insanın!
Sabah yolcularken işine, içi acımalı, daha yollarken özlemeye
başlamalı. Seni şimdiden özledim!
Akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla. Gözleri yollarda
kalmalı ve kapıyı çalmadan açmalı…aşkla karşılamalı,
hasretle sarılmalı boynuna, özlemle koklayıp, öpmeli,
yıllarca uzak kalmışcasına! Her günü bir başka güzel olmalı
yaşamın, bir başka özel, bir başka soluklanmalı her anında.
Verdiği hiç bir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı,
daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli.
Mutluluk saçmalı etrafına.
Bir eşi olmalı insanın,
cennetten köşe almışcasına sevdiği,
sakındığı, bakmaya kıyamadığı…Her bir hücresinden aşkın
fışkırdığı, çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı!

Can Yücel

VE BİR BAŞKA SEVDİĞİM GÜZEL ŞİİRİ-ANLADIM

ÇOK SEVDİĞİM BİR ŞİİR -CAN YÜCEL BİLMELİSİN Kİ

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...